Bu aralar çevremde en çok konuşulan konu
“boşanma.”
Çok sinir bozucu zira hep sevdiğim
insanlar ayrılıyor veya ayrılmak zorunda kalıyor ve olan arada kalan çocuklara
oluyor.
Herkes başta ne umutlarla evleniyor;
aileyle tanışma ve düğün heyecanı, gelinlik seçimi, düğün organizasyon
hazırlıkları, davetiyeler, yemekler, balayı, yeni eve yerleşme, arkadaşlardan
ziyaretler derken cicim ayları bitiyor ve hayat rutine girmeye başlıyor. Aslında
perde iniyor, sahne kapanıyor ve diğer oyuncuyla perde arkasında başbaşa kalınıyor.
Eşler arasındaki aşk, sevgi, anlayış
ve saygı güçlü değilse ve hatta çalışanların işleri de yoğunsa, bir de
bakıyorsunuz ki tek evde iki ayrı hayat yürütmeye başlamışsınız. Bu film hemen
hemen her evde değişik senaryolarda görülüyor. Genelde filme kısa süre içinde bir
de çocuk oyuncu ekleniyor. İşte esas heyacanlı sahneler bundan sonra başlıyor.
Esasında evlilik yürütmeyi şirket yönetmeye
de benzetebiliriz. İki ortaklı bir şirket düşünün mesela.
Kararları ortak alıp, ortak uygulamanız gerekiyor. Birbirinizin hak ve
sınırlarını ihlal etmemeniz bekleniyor. Yönetim için eşler arasında iş dağılımı
ve görev paylaşımı yapmazsanız ve “evlilik şirketi” tek kişinin üstüne
yıkılırsa, işte o zaman fena! Çünkü çatlak sesler ve yönetimi ve yapılan icraatları beğenmemek gibi problemler
yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlıyor.
Bu konuda yazacak çizecek çok şey
var. Benim esas eğilmek istediğim konu, modern çağda evlilik şirketini bir şekilde yürütmek
istemeyen veya yürütmekte zorlanan eşlerin (erken) pes ederek veya diğer eşe tahammül etmemeyi seçerek veya
sadece mevcut rutin düzenden sıkılırak 'boşanmayı' ortaklıktan çıkış yolu olarak görmeleri.
Son dönemlerde Türkiye’de ve aynı
şekilde İngiltere’deki evliliklerde görülen adeta kimsenin bir diğerinin
kahrını çekmek istememesi. Eskidenmiş o çocuklar için idare etmek, sosyal çevrelerde
boşanma hoş karşılanmadığı için direnmek veya hanımların para kazanma gücünün
zayıf olması veya hiç olmaması nedeniyle evli kalmak. Günümüzde eşlerin her ikisi de para
kazanıyorsa, baktılar iş yürümeyecek, ne diye uğraşacağım şu iki günlük
hayatta, alırım başımı giderim cümlesi her iki tarafça zikredilen bir cümle
haline gelmiş durumda.
Biraz istatistik inceledim. Türkiye
genelinde 2006 yılından 2011'e kadar gerçekleşen boşanmaları inceleyen Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı, son 6 yılda boşanma sayılarının ciddi oranda
arttığını tespit etmiş. Verilen bilgilere göre 2006 yılında 93 bin çift
boşanırken 2011 yılında bu rakam 120 bine ulaşmış. Boşanan kadınların yüzde 31.9'u, erkeklerin
de yüzde 34.8’i aldatma nedeniyle boşanmış. Tabi herkes aldatmıyor. Peki geri kalan yüzdelerde durum ne?
Genelde gördüğüm ekonomi düzene
girdikçe, kadın ve erkeğin cebi doldukça, modern yaşam bizi, çocuklara rağmen, kendi
mutluluğumuzu seçmeye itiyor. Ama işin içinde aldatma, saygısızlık veya onur kırıcı
başka bir hareket yoksa, aradaki sorunları çözmek için uğraş vermek lazım diye düşünüyorum. Tüm
uğraşa rağmen yine bir noktaya gelinemiyorsa zaten o durumda yapacak bir şey
yok demektir. Fakat bizler yukarıda sıraladığım adımları atmadan çoğu zaman
bitti demeyi tercih ediyoruz, zira tahammül etmeyi ve gerekirse evliliklerimizi
kurtarmak için savaşmayı bıraktık. Acaba
eski dönemlerde çeşitli zorluklara rağmen evlilik yürütmeye çalışan
büyüklerimizin bizim bilmediğimiz bir sırları mı vardı? Ne dersiniz?
Sevgilerimle,
Yeşil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder