31 Ocak 2014 Cuma

Kıtır Hamurlu Elma (Elmalı Crumble)


Çocukken evimizin bahçesinde 3 adet elma ağacı vardı. Ağaçlar o kadar bereketli çıktı ki, her sene bizim eve elma ayırdıktan sonra artan elmalardan annem oturduğumuz sokaktaki komsularımıza dağıtırdı. Bizim eve ayrılan elmalar da hep fazla gelirdi ve bozulup ziyan olmasınlar diye annem onlardan çeşitli elmalı tatlılar yapardı.

Yıllar sonra ben evlendim ve düğun sonrası evimize eşimin ailesinin yakın arkadaşları Türk adetlerine uygun olarak ziyarete geldiler. Hediye olarak da bir yemek kitabı getirdiler. Neredeyse on sene sonra hala o yemek kitabını kullanıyorum, ülkeden ülkeye taşındıkça dahi yanımdan ayırmıyorum! Lale Apa ve Bedriye Medina’nın “REMİX: Yeni, Sağlıklı, Pratik, Renkli Yemekler” kitabını ve sonra çıkan “REMİX II” yi şiddetle tavsiye ederim; her iki kitapta da yer alan tarifler hem gerçekten pratik hem de çok leziz.

Dönelim elmalarımıza! Ailemizde gelenek haline dönüşmüş olan “elmalar çürümesin, tatlı yapalım” adetine uygun olarak kendi evimde yaptığım bir tatlıdır Elmalı Crumble. Tarifini ilk REMİX yemek kitabında buldum ve deneylerim sonucunda kendime göre uyarladım. Aşağıda tarifi bulunan elmalı crumble, yapımı çok pratik, lezzeti bol ve servisi kolay olduğundan özellikle misafir için hoş bir kış tatlısı.

Malzemeler:
8 elma (ben genelde 4 kırmızı, 4 yeşil elma kullanıyorum) 
2 çorba kaşığı beyaz toz şeker
1/4 su bardağı kuru üzüm (veya kuru Amerikan Üzümü)
1/4 su bardağı limon suyu
3 su bardağı un
1 ¼ su bardağı esmer toz şeker
5 gr (1/2 poşet) kabartma tozu
2 damla vanilya (veya yarım poşet vanilin)
1 tutam tuz
150 gr yumuşatılmış tereyağı
1 çorba kaşığı margarin
1 tatlı kaşığı tarçın
Servis için vanilyalı dondurma.


Yapılış:
Elmaları soyup temizleyin; ben her elmayı elmanın büyüklüğune göre  8 ile 12 parça yarım ay şeklinde kesiyorum. Bu tatlıyı en son yaptığımda kullandığım bazı kırmızı elmaların küçüklüğü nedeniyle 6 kırmızı 4 yeşil elma kullandım. Ayrıca, bu tarif elma ve armut karıştırarak da güzel oluyor. Hatta REMİX’de yaz aylarında tarifin elma yerine şeftali ile uygulanabileceğini söylüyor. Ben bu tarifi hiç şeftalili denemedim ama yakışabilir.

Elmaları yağsız, kısık ateşte, limon suyu ile karıştıra karıştıra 5 dakika pişirin. Önceden pişirerek elmaların fırında su salmasını önlüyoruz. Bu tarifi şeftaliyle deneyecek olursanız şeftalileri önceden pişirmeye gerek yok.

Pişirdiğiniz elmalara kuru üzümü, tarçını, toz beyaz şekeri ve iki kaşık unu karıştırın. Ben tatlılarda kuru üzümü çok sevmediğim için az mıktarda koyuyorum ama miktarı isteğe göre arttırılabilir. Elde ettiğiniz elma karışımını bir fırın kabına yayın.

El mikseriyle un, esmer şeker,  kabartma tozu, vanilya ve tuzu karıştırın. Daha evvel evimde esmer şeker olmadığında bu tarif için esmer şeker yerine beyaz şeker de kullanmışlığım var. Ancak esmer şeker fırında eriyince beyaz şekere nazaran daha fazla karamelize oluyor ve verdiği lezzet çok daha yoğun ve güzel oluyor. Bu nedenle beyaz şeker kullanmamanızı tavsiye ederim.

Elde ettiğiniz karışıma 100 gr tereyağı ile margarini ekleyip tekrar, ekmek kırıntısı görunümunü alana kadar iyice karıştırın. Kalan 50 gr tereyağını da ekleyip bir kere daha karıştırın. Karışımı elmaların üzerine yayın.

Önceden 175 dereceye ısıtılmış fırına Elmalı Crumble’inizi yerleştirin. Kıtır hamuru altın rengini alınca (fırına koyduktan yaklaşık 45 dakika sonra) fırından çıkartın.

Misafirim gelecekse ben bu tatlıyı sabahtan pişiriyorum. Akşam yemeğe otururken de önceden 125 dereceye ısıttığım fırına koyuyorum, yemek yenirken tatlı yavaş yavaş ısınıyor.

Yemek tabaklarını topladıktan sonra da sıcak Elmalı Crumble’ı yanına vanilyalı dondurma ile kaşık kaşık servis ediyorum.

Afiyet olsun!

Mor 


30 Ocak 2014 Perşembe

Alternatif Yardım: Au Pair

Evinde ev işi ve çocuklar için yardımcısı olan herkesin bir noktada "YETER! Bir alternatifi olmalı" dediğini çok sık duyuyorum. Ayrıca çocukların masrafları arttıkça kemerleri sıkmak zorunluluğu da artıyor. Hem yardımcım olsun hem çok para vermeyeyim (Çalışma süresi, tecrübe ve konuştuğu dile göre ücret değişmekte. Haftalık minimum 70£ veriliyor) hem de evin içinde bir yabancı varmış gibi hissetmeyeyim diyor musunuz?

İlk Au Pair'imiz
Ben dedim. Ve alternatifimi buldum. 1,5 senedir evimizde 'au pair'imiz var. Hiç bilmeyenler için vikipedia ‘au pair’i ‘kelime anlamı ile anne yardımcılığı’olarak vermiş. Ayrıca şöyle yazmış: “Bir uluslararası kültürel değişim programıdır. Au pair programında amaç; gençlerin farklı ülkelerdeki bir aile yanında kalarak, o ülkenin dilini ve kültürünü öğrenmesidir.” (Daha fazla okumak isteyenler için Türkçe link: https://tr.wikipedia.org/wiki/Au_pair#Ba.C5.9Fvuru_Ko.C5.9Fullar.C4.B1, İngilizce link: http://en.wikipedia.org/wiki/Au_pair )

Au pair, bizim ailemizde ‘abla’ (big sister) olarak adlandırılıyor. Bu arada bizim hep ablamız oldu ama ‘abi’ yani erkek au pair de tercih edebilirsiniz. Kızım şu anda üçüncü ‘abla’sının tadını çıkarıyor :)


Peki bizim ablalar ne yapar?

Ablamız sabah saat 7’de kalkıp hazırlanıyor. Kahvaltı hazırlığı, bulaşık makinesi boşaltma, okul eşyalarının hazırlanması gibi işleri yaparak çocukların uyanma saatinde yanlarına çıkıyor. Anneye tüm giydirme, tuvalete götürme, dış fırçalatma, saçları tarama işlerinde yardım ettiği gibi, bu işler yapılırken bir taraftan odanın toparlanması, kirlilerin yıkama için toplanması, temizlerin yerleştirilmesi görevlerini de yerine getiriyor. Sabahları 1 çocukla uğraşmanın 1 kişiyi tamamiyle ve bazen 2 kişiyi oyalayabildiğini çocuk sahibi herkes hayal edebilir. Özellikle ikinci çocuğuma hamileyken ilk au pairimiz geldiğinde bu sabah telaşının ne kadar kolay atlatılmaya başladığını görüp rahatladığımı çok net hatırlıyorum.
Kahvaltı sonrasında ablamız çocukları yürüyerek okula götürüyor. Biz şanslıyız, okulumuz yürüme mesafesi. Ama au pair’lerden araba kullanması da beklendiği durumlar oluyor. Okula götürme sonrası ablamız ya kendi okuluna gidiyor ya da yavaş yavaş zenginleştirdiği sosyal hayatını bizden bağımsız yaşamaya dönüyor.Ta ki okuldan alış saatine kadar. Saat 4 gibi çocukların okuldan alınması yine ablamızın sorumluluğu. Sonrasında parka, kursa veya oyun grubuna götürülmeleri programlanmışsa yine ablamız sorumlu. Ardından yemek hazırlığına yardım, çocukların yemesine yardım, banyolarına ve giyinmelerine yardım ablanın sorumlulukları arasında.  . Anne ve baba evde olmadığında ablamız minikleri yatağa yatırıp kitap sonrası iyi geceler diliyor. Ve yine kendi dersine veya o akşam için dinlenmesine/ eğlenmesine dönüyor.

İlk Au Pair'imiz Bir Sene Sonra Bizi Ziyaret Etti. Üçüncü Au Pair'imiz ve Çocuklarımla Birlikte
Au pair uygulaması benim anlattığım gibi basit ve anne baba için çok rahatlatıcı ise niye herkes au pair’li bir yaşamı tercih etmiyor?

Herhalde ilk akla gelen ‘acaba Türkiye’ye au pair’ler geliyor mu?’ sorusudur. Her zaman olduğu gibi yine hemen Vikipedia’ya baktım: ‘Türkiye, Avrupa Birliği'ne üye başvurusunda bulunduğu ve bir NATO Ülkesi olduğu için au pair programına dahil edilen ülkeler arasında yer almaktadır.’ deniyor. Ancak, doğal olarak Türkler dış ülkelerde au pair’lik yapmak istediği için dışarıda nasıl au pair olunur bilgisinin dışında Türkiye’ye gelecek au pair’lerin Türkiye’ye girişi ile ilgili uygulama detayına ben internetten ulaşamadım. Türkiye’deki okuyucularıma uyarıda bulunmak istiyorum.  Muhakkak yasal zorunlulukları araştırmanız gerekir. Ayrıca Türkiye’ye au pair olarak gelmek isteyen gençlere nasıl ulaşılacağı konusunu da ne yazık ki bilgim olmadığı için sizinle paylaşamıyorum.
İngiltere’de yaşayan okuyucularım, bizler bu konuda çok şanslıyız. Avrupa Birliği üyesi ülkenin vatandaşı olan tüm kişiler hiçbir vize işlemine gerek kalmadan 2 sene İngiltere’de au pair’lik yapabiliyorlar.


Hemen bir au pair bulayım diyorsanız size çok önemli birkaç uyarım var:

-            İlk kısıtlayıcı kural au pair’e kendine ait bir oda sağlanması gerekliliği
-            İkinci önemli konu, au pair’lerin 2 yasından küçük çocukla ilgilenmelerinin uygun bulunmaması. Bizim evde 2.5 yasından itibaren ilk çocuğumun ablası oldu ve gözüm arkada kalmadı. Küçük çocuğum 17 aylık ve henüz daha au pair’imizin onunla ilgili bir sorumluluk almasını beklemiyorum. Bence genç ve tecrübesi sınırlı bir insana bebek ve çok küçük çocuk emanet edilmesi riskli. Gece uyuma saatinden sonra au pairimize çocuklarımızı emanet edip çıktığımız oluyor ama her zaman alarmda  bekliyoruz.
-            Diğer bir önemli nokta da, au pair seçimi hiç kolay bir iş değil. Au pair’ler ve bizler karşılıklı beklentilerimizle yola çıkıyoruz. Ne olursa olsun ‘olmadı geri gitsin’ demek kolay birşey değil. Bu sebeple au pair seçimi için uzun zaman ve emek harcadım. Yakın bir arkadaşımın çok uzun süredir kullandığı ve benim 3 au pair’imizi de seçerken destek aldığım ajans (http://www.smartaupairs.com) ve benzer kuruluşları kullanmanın fayda sağladığını düşünüyorum. Ayrıca her au pairimizin seçiminde en azından 7-8 ayrı adayla görüşüp kısa liste oluşturdum. Sonra kısa listemdekilerle ailecek ikinci veya üçüncü defa görüştük. Tabi zaman içinde sorduğum sorular ve açıkladığım noktalarla ilgili çok güzel bir liste oluşturdum. Bu listeyi de ileride sizlerle paylaşacağım . Karşılıklı beklentileri netleştirdikten sonra uyuştuğumuzdan emin olup au pair’imizle anlaştık. Beklentilerin, görev ve sorumlulukların net olarak ortaya konulması şart. En önemli unsur da çocuklarınızla uyum içinde olabilecek bir kişiliğe sahip olduğundan emin olmak.
-            Ayrıca au pair’i ailenizin bir parçası olarak kabul edemeyecekseniz bu işe hiç kalkışmayın. Büyük çocuğunuz gibi onu haftasonu programlarınıza davet etmek, akşamları oturup birlikte film seyretmek sizi rahatsız etmiyor olmalı. Zira bu genç insanlar ailenin parçası olarak farklı bir kültürü yaşamak, bir dil öğrenmek amacıyla geliyorlar. Normal bir ev çalışanı gibi profesyonel bir bakış açısına sahip değiller. Bu sebeple sizin de şefkat ve ilgiyle yaklaşarak onu aileye dahil etmeniz, ‘büyük çocuğunuzdan’ ev içindeki iş bölümüne nasıl katkıda bulunmasını beklediğinizi sabırla gösterip anlatmanız gerekiyor.

Sonuç olarak, eğer genç bir insana yuva sağlayabileceğinizi düşünüyorsanız, o da çocuklarınıza ‘abla’ olarak sizin yokluğunuzda şefkat ve ilgi gösterebilir. Bir bakın bakalım, ilginizi çekerse yorum yazın. Söz! Size daha çok bilgi ile geri dönerim.

Sevgiler
Kırmızı


28 Ocak 2014 Salı

Kadın Kalbi Farklı Atıyor


İnsanların hayat hikayelerini dinlemeyi seviyorum. Her birinden başka bir şey öğrenmenin yanı sıra kendi hayatıma da eleştirel bakma fırsatı veriyor. Kendi fanusumuzdan çıkmak için çok da uzaklara gitmemize  gerek yok aslında. Çoğu zaman etrafımıza alıcı gözle bakmak yeterli oluyor. Bugün bana yakın üç kadının hayat hikayelerini sizinle paylaşıyorum.

www.news.com.au sayfasından alıntıdır.


Birinci Kadın ‘A’: Romen. 36 yasında. Biri 8 ve diğeri 11 olmak üzere bir erkek bir kız çocuk sahibi. Kocasıyla evlendikten sonraki ilk sene içinde ilişkileri bitmiş. Anladığım kadarıyla kocası ayakları yere güçlü basmayan, ailesine bağımlı ve annesinin kontrolünde yaşayan, çalışmayı pek sevmeyen biriymiş. Seneler boyu A, çocukları hatırına evliliğini sürdürmüş fakat kayınvalide o kadar çekilmez olmuş ki, çocuklarının geleceğini kurtarmak için ve biraz da araya mesafe girsin diye Romanya’dan kalkmış Londra’ya gelmiş ve şimdi bir güzellik salonunda manikür-pedikür yapıyor. İngiltere’deki çoğu Romen gibi tek amacı para kazanıp çocuklarına yollamak. Küçük erkek kardeşiyle beraber 5-6 kişi bir evi paylaşıyorlar.
 
Aralık başı kocası boşanma kağıtlarını yollamış. Beklenen birşey olmasına rağmen A’yı bayağı sarsılmış gördüm. Sonuçta kolay değil, onbeş senelik kocası, ailesi. Neyse ki çocuklar üzerinde ortak velayet almışlar fakat kocası 'şimdilik' izin vermediği için çocuklarını Londra’ya getiremiyor. Kendisi parasızlık nedeniyle Romanya’ya dönmek istemiyor. Dönse de zaten kalacak yeri yok ve çocukların masraflarının çoğunu da A sağladığından Londra onun için tek çözüm. Haydi çocukları getirebilse bile, 5-6 kişi ile paylaştığı bir evde çocuk büyütmesi imkansız ve henüz Londra'da ayrı bir eve çıkacak kadar da para biriktirmemiş. Dolayısıyla çocuklar babaları ile kalacak, o da çocuklarını yanına alabilmek için para biriktirmeye devam edecek. En azından adam, iyi koca olmamasına rağmen iyi  bir babaymış da gözüm çok arkada kalmıyor dedi. Ama tabi ki de mutsuz. Bir yandan  o kadar da hırslı!
 
 
Son gördüğümde çocukları, yeni yıl için ondan Imotion ve Ipad  istemişlerdi. ‘Pahalı hediyeler biliyorum ama alacağım. Yeniyılda elim boş gidemem, çocuklarımla beraber olamamamın diyetini bir şekilde ödemem lazım’ demişti. İçimden o parayı çıkarmak için Londra'da kaç gün ekstra çalışması gerekecek kimbilir diye düşündüm. Fazla diyecek bir şey yok

İkinci Kadın ‘B’: Türkmen. 36 yaşında. Yaklaşık 5 senedir Türkiye’deydi, sene başı döndü. Daha doğrusu dönmek zorunda kalmış.
İki çocuğu var. Biri on, diğeri  de sekizdi sanırım. Çalıştığı yerde hastabakıcılık yapıyordu. Bir konuşmamız sırasında beş senedir, Türkiye’ye geldiğinden beri çocuklarını görmediğini söyledi. O gün içim parçalandı desem yeridir. Neden bir internet kafeye gidip Skype yapmıyorsun dedim. ‘Onları görürsem çok özlerim, görmediğim zaman daha rahat çalışıyorum, seslerini duyunca bile fena oluyorum’ dedi. Bir an kendimi ve oğlumu düşündüm. İki gün görmesem üçüncü gün fena oluyorum, beş sene ne demek! Kocasında iş yok, para kazanamıyor. Kadın başına çocuklarını bırakıp bilmediği bir memlekete çalışmaya gidiyor... 
 
Dediğim gibi sene başı öğrendim ki memleketine dönmüş. Ne oldu diye sordum? Çocukları rest çekmiş. Telefonlarına çıkmamaya başlamış. Biz para değil seni istiyoruz demişler, dayanamamış, almış biletini gitmiş. Beş sene iyi bile dayanmış bence.


Üçüncü Kadın ‘C’:  Kastamonulu, 85 yaşında. İki tane çocuğu, dört tane torunu var. Bir gözü kör, ayağının üzerinde topallayarak yürüyor. Yaklaşık elli senedir İstanbul’da yaşıyor.  Son iki seneye kadar evlere temizliğe gitmeye devam ediyordu, artık bıraktı. Kocası iş göremez raporlu. C, hem kocasına hem de hayırsız oğlu ve gelinine bakıyor, torunlarını okutuyor. Oğlunun senelerdir girip çıkmadığı iş kalmadı. Her işyerinde sorun çıkardı, baktı annesinden para geliyor, sonunda çalışmayı serdi. C Teyze, şimdi yol kenarlarında su ve mendil satıyor.  Her İstanbul'a gittiğimde onu bir yol kenarında mendil satarken görüp utanacağım diye sıkıntı içerisindeyim. Halbuki o gururlu! "Ne yapacağım evde oturup, sigortadan gelen parayı harcıyoruz, torunlar okula gidiyor" diyor. Kızı kendisini kurtarmış ama anacığına kırgın hayta abisini hep ona kayırdığı için. Şimdi o da abime para veriyorsan bana da vereceksin diye talepte. Bu C Teyze  daha kaç parçaya bölünsün bu yaşında!
 
Çocukluğumdan beri tanıyorum kendisini. Bayram olur seyran olur hepimizi arar. Oğlum doğduğunda otobüse atlayıp yazın sıcağında bir  saat yolculuk edip ziyaretime gelmişti, daha ne diyeyim. Öyle büyük öyle can bir insan. Hani öl deseniz, sorgulamayıp sizin için canını vereceklerden. Kendisine saygım büyük.
 
* * *
 
 
Bu tarz hayatları ve kadınları görünce bazen kendi yaşamımda eften pütfen şeylere hayıflandığımı düşünmek bile yüzümü kızartıyor. Bir yandan da kadın olduğumdan dolayı gurur duyuyorum. Böyle fedakarlıkları ne yazık ki ancak bir kadın ve anne yüreği yapar, babalar lütfen alınmasın. Bu kadınların çocukları çok şanslılar, umarım kendileri de farkındadır.

Sevgiler,

Dore

27 Ocak 2014 Pazartesi

2014 Grammy Ödülleri Sahiplerini Buldu!


 

YILIN ALBÜMÜ:  "Random Access Memories" — Daft Punk

YILIN ŞARKISI: "Royals" — Lorde

YILIN KAYDI: "Get Lucky" — Daft Punk & Pharrell Williams


 


EN İYİ POP ALBÜMÜ: "Unorthodox Jukebox" Bruno Mars

EN İYİ COUNTRY ALBÜMÜ: "Same Trailer Different Park" Kacey Musgraves

EN İYİ POP SOLO PERFORMANSI: "Royals" — Lorde

EN İYİ RAP ORTAK ÇALIŞMA"Holy Grail" — Jay Z Featuring Justin Timberlake

EN İYİ ROCK ŞARKISI"Cut Me Some Slack" Dave Grohl, Paul McCartney, Krist Novoselic & Pat Smear, songwriters (Paul McCartney, Dave Grohl, Krist Novoselic, Pat Smear)

EN İYİ YENİ ŞARKICI: Macklemore & Ryan Lewis

EN İYİ POP DÜET/GRUP PERFORMANS: "Get Lucky" — Daft Punk & Pharrell Williams

 

25 Ocak 2014 Cumartesi

13. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali başlıyor!






13 Şubat’ta başlayacak 13. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, merakla beklenen filmleri Türkiye’ye getirmeye devam ediyor...

13. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, 13-23 Şubat 2014 tarihlerinde İstanbul’da, 27 Şubat-2 Mart 2014 tarihlerinde ise Ankara ve İzmir’de gerçekleşecek. !f İstanbul bağımsız sinemanın en iyilerini ve bol ödüllü filmlerini sinema severlerle buluşturacak.

Festival ile ilgili detaylara www.ifistanbul.com.tr adresinden ulaşabilirsiniz.



23 Ocak 2014 Perşembe

KARAKÖY’DE GURME TURU...

 
Karaköy'de yeni bir sürü lokanta ve bar açıldı ve açılmaya devam ediyor. Görünen o ki, Karaköy yeni Cihangir olma yolunda ve şu aralar çok popüler Bir yanda hırdavatçılar, elektronikçiler, dalış malzemesi satan dükkanlar ve bankalar, diğer yanda İstanbul Modern Sanat Müzesi ve Tophane-i Amire ve tahta iskemlede kahveciler ile yan yana modern, şık her kesime hitap eden lokanta ve barlar.

Şehrin bu köşesine uğramanızı, mahallenin ara sokaklarına dalıp kaybolmanızı, hatta şimdiye kadar deneyip, sizlerle aşağıda paylaştığımız Karaköy'deki lokantalardan bir kaçında yemek yemenizi şiddetle tavsiye ederiz!
 
1. Karaköy Lokantası:  Kemankeş Caddesindeki köşe konumu, eski ama bakımlı olan binası, gri rengindeki dış cephesi ve siyah pencere çerçeveleriyle, içeride ise turkuaz ve lacivert çinileri ve pırıl pırıl beyaz kolalı örtüleriyle Karaköy Lokantası dikkat çekiyor. Görüntüsüne verilen özen ve itinanın yemeklerine de gösterildiği her halinden belli. Hünkar beğendi, karnıyarık ve lahana dolması gibi klasik Türk yemeklerinden mücver ve paçanga gibi ara sıcaklar ile bol sayıda mezelerin yanı sıra et ve balık çeşitleri de mevcut, ve devamlı olarak çok leziz. Öğlenleri civardaki bankalardan yemeğe gelenler oluyor, akşamları da rakı içmelik hoş bir meyhane havasına bürünüyor. Yabancı misafirleri ağırlamak için de iyi bir seçim.


 
 

 

2. Mana: Kemankeş Caddesi üzerinde Fransız Geçidi'nin hemen yanında. Menü sıcak ve soğuk mezelerden oluşuyor, ana yemek yok. Beyaz masalı örtülerde, fonda fasıl müziği eşliğinde Türk, Ermeni, Musevi mezelerinden tatmak mümkün. Biz en çok hamsili pilav, meyhane pilavı, topik, lakerda ve pırasa köftesini beğendik. Eğer şarapçı iseniz yerli bir iki şarap markası haricinde çeşitleri yok çünkü esas ilgi alanları 30 küsür çeşidimiz var dedikleri aslan sütümüz, milli içkimiz 'rakı'. Haftasonları mutlaka rezervasyon gerekiyor.





3. Bej: Kemankeş Caddesi üzerinde Mana'nın yanında. Mana'da karnınızı doyurup, Bej'de eğlencenize devam edebilirsiniz. Biz yemek denemedik ama müzik eşliğinde içki içip sohbet etmek için çok ideal bir yer.




4. Naif: Kemankeş caddesine parallel Mumhane Caddesi üzerinde Karaköy caminin hemen yanıbaşında. Arabayla geleceksiniz direkt önündeki otoparka bırakabilirsiniz. Kalabalık grupları çok güzel ağırlıyorlar. Haftasonları tüm gün kahvaltı menüsü var. Ege mutfağı üzerine çalışıyorlar.  Ege usulü sarma, ızgara ahtapot, mücver, mantı, ayva tatlısı yemek ve tatlılardan bazıları ve  hepsi birbirinden leziz. Şarap menüsü de zengin ve çok başarılı.

 
5. Ferahfeza: Yine Kemankeş Caddesi üzerinde başka bir mekan. Mimarlar Odasının en üst katında konuşlanması sebebiyle bir yanda Galata Kulesi diger yanda Karaköy Limanı manzarasına sahip. Adı üstünde gayet ferah, yüksek tavanlı bir mekan. Biz gece yemek sonrası sohbet ve içki için uğradığımız için yemekleri hakkında şimdilik yorum yapamayacağız ama kahvaltı/brunch için not ettiğimiz bir restoran. Bir de sitelerine 23 Ocak itibariyle caz geceleri başlatıyoruz diye yazmışlar. Mutlaka cazlı bir geceye de gitmek lazım deriz.

 

6. Maya: Karaköy Lokantası’nın hemen yanında bulunan Maya’da, Türkiye’nin farklı yerlerinden getirttikleri en iyi ve en taze (donmuş ürün kullanılmıyor) malzemelerin lezzeti ön planda. Devamlı değişen menüde genelde başlangıç olarak yeşil ve tahıllı salatalar, peynir ve börek çeşitleri ve füme et tarzı lezzetler, ana yemek olarak da tavuk, et ve balık çeşitleri bulunuyor. Geçen ay gittiğimizde yediğim ekmek ve balığın lezzeti hala damağımda. Maya’nın yaratıcı lezzetlerini beğenenler, New York’da aşçılık eğitimi alan Şef Didem Şenol’un yazdığı yemek kitabını da alabilirler ve Blog’unu takip edebilirler.

 

7. Namlı:  Son dönemlerde bayağı atılım yaptı. Bağdat Caddesi ve Ataköy A Plus içindeki Namlı konseptleriyle aynı. İçinde şarküteriden mezelere, tatlılardan çaylara, sıcak yemekten kuruyemişe her şey var. Bazen sıcak yemeklere tam tad veremiyorlar diye düşünsek de hızlıca bir şeyler atıştırmak, çayınızı içip gözünüzü doyurarak ayrılabileceğiniz, her saatte gidilebilecek bir mekan.

 

 
8. Karaköy Güllüoğlu:  Burasını herhalde kimseye tanıtmamıza gerek yok. Güllüoğlu'nun esas merkezi. Yolunuz gündüz (veya gece!)  Kemankeş Caddesine düşerse, bir baklava yemeden dönmezsiniz herhalde...

 


Sevgiler,


Yeşil


 






















































































 
 






 






 






 






 






 






 






 






 






 






 






 


























































































21 Ocak 2014 Salı

'Miro İstanbul'da' Adlı Sergideki Resimler Sahte Çıktı!


Kasım ayında İstanbul’da Tophane-i Amiri de açılan Joan Miro’nun eserlerinin sergisine, misafir ve seyahat ile yoğun geçen yeni yıl dönemi sonrasında gitme niyetindeydim. Hatta, Miro’nun eserlerindeki parlak renkler ve yalın şekillerin, resime ilgisi olan 6 yasındaki kızımın da hoşuna gideceğini düşünerek, sergiye kızımı da götürmek istiyordum. Ocak başında İstanbul’a döndüğümde ise Miro sergisinin son görülme tarihi olan 31 Ocak’tan evvel kapandığını öğrendim ve konuyu hemen araştırmaya başladım.

www.joanmiro.com
Meğer Aralık’ta Joan Miro’nun mirasçıları İspanya’nın Barselona kentindeki Joan MiroVakfı’nı (Fundacio Joan Miro) aramış ve sergideki eserlerin sahte olabileceği şüphelerini Vakfa bildirmiş. Joan Miro Vakfı yetkilileri de, sergiye ev sahipliği yapan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörlüğü ile temasa geçip uyarmışlar, sergideki Miro eserlerinin orijinallerinin birçoğunun Vakıf’da bulunduğunu belirtmişler ve serginin gereken tespitler yapılana kadar kapatılmasını talep etmişler. Üniversite sergiyi hemen geçici olarak kapatmış; Vakıf yetkilileri ise İstanbul’a gelip sergideki eserleri incelemişler. Nitekim, sergilenen eserlerdeki Joan Miro imzaları sahte çıkmış!

Sergideki eserlerin sahte çıkması beni çok şaşırttı ve açıkçası üzdü. Böyle tanınmış ve saygıdeğer bir sanatçının eserleri sergilenmeden kimin ne tür gerçeklik tespiti yapması gerektiğini, bu durumlarda protokolün nasıl işlediğini ve bu konunun kimin sorumluluğu olduğunu bilmiyorum. Ayrıca, anladığım kadarıyla bu devirde eserlerin fiyatları bu kadar arttıkça gerçeklik sertifikalarının da sahteleri kolaylıkla düzenlenebiliyormuş. O zaman bu durumda, en azından sergiye ev sahipliği yapan Üniversite’nin yetkilileri, eserlerin sahibi galerinin, eserlerin gerçeklik sertifikasını görmek dışında Joan Miro Vakfı’na bir telefon açarak eserlerin gerçekliği konusunu danışmaları gerekmez miydi? Bir üniversitenin yetkilileri, özellikle o üniversite sadece sanat dalları ile ilgili bir üniversiteyse, bir ressama ve sergiyi ziyaret eden halka nasıl böyle bir sorumluluk duygusu hissetmez? Acaba İstanbul’a gelen diğer sergilerde de sahte eserler gördü mü ziyaretçiler? İleride aynı durumun tekrarı nasıl önlenecek veya önlenebilir?

www.joanmiro.com

Okuduğum kadarıyla, uluslararası sanat dünyasında sahte eserlerin sergisi aslında son 5 senedir moda olmuş! “Kandırma Niyetinde: Sanat Dünyasında Sahte ve Taklit” (“Intent to Deceive: Fakes and Forgeries in the Art World”) adlı sergi ABD’nin 4 eyaletini bu sene gezecekmiş. 2010 yılında Londra’da ki National Gallery de benzer bir ‘sahte eserler’ sergisine ev sahipliği yapmıştı (“Yakından İnceleme: Sahte, Hata ve Keşifler” / “Close Examination: Fakes, Mistakes and Discoveries”). Hatta Londra’da sergilenen ‘sahte’ eserler National Gallery’nin gerçek sanarak satın aldığı ve sonra gerçek olmadığını keşfettiği resimlerin sergisiymiş!

İstanbul’da ki Miro sergisi ile aşağı yukarı aynı tarihlerde San Diego’daki Çağdaş SanatMüzesi’nde (Museum of Contemporary Art San Diego) kapsamlı bir Frida Kahlo sergisi açıldı.  Bu sergide Frida Kahlo’nun 123 eserini görmek ve hayatını öğrenmek mümkündü. Ancak, eserlerin hiçbiri gerçek değil, dört ayrı Çinli ressam tarafından dört senelik bir çalışma ile kopyalamışlar! Sergi ile ilgi yazılar, reklam ve tanıtım belgelerinde ise eserlerin gerçek olmadığı çok açıkça belirtilmemiş hatta sergideki bilgi panolarında ve eserlerin yanındaki her tabloya ait bilgi yazılarında eserlerin orijinal olmadığı konusu bahsedilmemiş bile! Ziyaretçilerin bir kısmı sergideki eserlerin sahteliğini anlamadan sergiden çıkmışlar. Fakat sergiyi beğenip Frida Kahlo’nun hayatı ve sanatı hakkında bilgi edindiklerini söyleyen ziyaretçiler de varmış.

www.fridakahlo.org
www.fridakahlo.org
Belki gerçek olmayan eserler sergilenince normalde bir sanatçının eserlerini göremeyecek veya beraberce görmesi mümkün olmayacak insanlar eserleri görebiliyor ve böylece sanatçının sanatı daha çok görülüyor olabilir. Ancak, orijinal eserler sanatçının tabloyu yaparken ki ruh halini ve duygularını da yansıtıyor, tablolar aslında yüzeylerinde görünenden çok daha derin eserler. Sahte eserlerde aynı derinliğin genelde olmadığını düşünüyorum. Ayrıca, açıkça eserlerin sahte olduğu belirtilen sergide yine eserleri ziyaretçi gözüyle beğenebiliriz ama İstanbul’da veya San Diego’da olduğu gibi eserlerin sahte olduğunun açıkça söylenmemesi, hile ve hatta dolandırıcılık gibi geliyor bana. Genel ziyaretçi gerçek ve sahte eser arasındaki farkı her zaman anlayamasa bile, o ziyaretçinin zamanını ve parasını nasıl harcıyacağına serbestçe karar verme hakkı elinden alınmış oluyor diye düşünüyorum. Belki Miro sergisine gidenler eserlerin gerçek olmadığını bilseydi, gitmezlerdi. Peki, siz bilseydiniz, siz gider miydiniz?

Sevgiler,

Mor