31 Ekim 2013 Perşembe

İstanbul’da Cadılar Bayramı Heyecanı





İstanbul’daki yuvada ilk senemiz olduğu için, haliyle İstanbul’daki ilk Cadılar Bayramı tecrübemiz de bu sene oldu. Aynen evde kek yaparken şekerin, unun  veya başka bir şeyin bittiğini fark eder ve anında markete veya apartman görevlinize ısmarlarsınız ve 10-15 dakikada gelir ya… İşte bizim Cadılar Bayramı hazırlığımız da biraz bu şekilde gelişti. Tüm yuva anneleri WhatsApp grubunda konuşurken, benim pratik çözüm arama merakım sayesinde, pastane ve catering sahibi olan yakın bir arkadaşımdan biri sağ olsun bize ağzı burnu yapılmış bal kabaklarından temin ederek evlerimize gönderip, bizim gibi class 2’de (3 yas civarı) olan acemi anneler için inanılmaz yardımcı olmuş oldu.  Biz de devamını getirip balkabağını çocuklarla beraber istediğimiz renklere boyadık. Hatta sulu boya kurumadı, fönle kuruttuk. Üstüne de Şimşek McQueen şapkamızı koyduk. Oğlum her yerine stickerlar yapıştırdı ve aynen “Uzaylı Zekiye’yi” andıran bir bal kabağımız oldu! Lakin, önemli olan oğlumla onu beraber süslememiz  ve balkabağına verdiğimiz emek.



Ertesi gün o koca Uzaylı Zekiye balkabağımız okula gitti ve yarışma için yerini aldı. Oğlum da Şimşek McQueen kostümünü giydi ve işte hazırdık. Saat 2 de Cadılar Bayramı kutlama töreni için okula gittiğimizde ne görelim? Birbirinden güzel ve çeşitli kabaklar! İnanın ben bu kadar yaratıcı fikirli balkabaklarını ne Londra’da Harrods vitrininde  ne de Amerika’da gördüğümü hatırlamıyorum.  Gerçi, balkabaklarını Anneler kendileri mi süslemiş yoksa dışarıya mı yaptırmışlar diye düşündüm. Ama şüphesiz çok güzel ve esprili  balkabakları vardı.

Şunu da belirtmek isterim ki; balkabağını süsleme konusunda en zahmetli kısmı ile ilgili dışardan yardım alsak da bizim için güzel bir başlangıçtı. Önemli olan da balkabağımızı  oğlumla beraber boyayarak ve süsleyerek yapmış olmamızdı. Kısacası, balkabağımızın üstünde bizim ciddi emeğimiz vardı. Zaten, okulun da bize yaptırmak istediği buydu ve biz de bunu başardık sanırım. 

Balkabağı yarışma birinciliği alan Türkiye’nin en önde gelen ailelerinin birinin torunu idi. Gerçekten yaratıcı idi ve aynı zamanda komikti. Balkabağı  oturakta oturmuş ve okulun bize yolladığı ‘okuldan haberler notu’nu okuyordu. En yaratıcı balkabağı ödülüne layıktı gerçekten.  

Cadılar Bayramı kutlama töreninde ise; çocuklar çoğu bilindik İngilizce yuva şarkılarını Cadılar Bayramına uyarlanmış şekilde söylediler. Öğrenciler hayalet sesleri çıkarıp, o küçük tombul parmakları ile örümcek şekileri  yaparak biz anne ve babalara harika vakit geçirttiler.

Oğlum yuvaya başlayana kadar Cadılar Bayramı benim için Amerikan ekolünden olan yakın bir arkadaşımızın her sene organize ettiği ve hepimizin kostüm kiralayıp gittiği ve deli gibi eğlendiği bir partiden ibaretti. 

Şimdi ise, öncellik oğlumun oldu ve sanki hala İngiltere’de yaşıyormuşuz gibi hazırlandığımız okuldaki ilk büyük günümüzü eğlenceli bir şekilde geçirdik.  Türkiye’de ilk Cadılar Bayramı tecrübemizi de böylece yaşamış olduk…

Evimizde hala her aksam “ 1 little, 2 little, 3 little monster(s)” şarkısını söylüyoruz… Bayram haftası sonunda da, Gymboree ve benzer yerlerin kostüm partilerine giderek Türkiye’de Cadılar Bayramı tecrübemize devam edeceğiz.

Herkese mutlu Cadılar Bayramı dilerim! (Happy Halloween, everybody!) …

Sevgiler,

Pembe



28 Ekim 2013 Pazartesi

Meleklerle Yaşamak…





İlk annem keşfetmişti Beki’nin o yaz çıkan tüm kitaplarını. Okuduğu gibi de hepsini herkese  hediye etmeye başlamıştı. “Meleklerle Yaşamak” adlı kitabı okuduğum zaman içeriğini, ya da amacını hepimizin bir dönem okuduğu Secret’a benzettim. Genelde, başına mucizeler gelen insanlar ve onların hikâyeleri vardı. Tek farkı, olmasını istediğiniz dileklerinizi meleklerden istemeyi öğretmesiydi. Bir de, bizlere meleklerle tanıştıktan sonra gelen mesajlar vardı. Mesela yolda yürürken önünüze düşen beyaz ve çok temiz bir tüy ya da gökyüzüne bakınca gördüğünüz melek şeklindeki bulutlar, üst üste çıkan rakamlar vb. gibi birçok başka mesaj. Bunların tek anlamı vardı: meleklerin “Seninleyiz!” demeleriydi….

Aslında  kitabın içeriği, isteklerimizi hangi yöntemle ve nasıl isteyeceğimizle ilgili olarak bize yol göstermesi. 

Peki, bu “Meleklerle Yaşamak” nerden çıktı? Sonradan öğrendim ki, annemim çevresindeki hanımlar ve önemli pozisyonlardaki iş adamlarının eşleri, tanımadan bilmeden zaten çoktan Beki’ci olmuşlar bile! 

Beki’nin hayatı tam Amerikan filmlerindeki gibi aslında. Geçmişi, aile yapısı ve hiç de azımsanmayacak eğitimi, benim ona inanmamı, hatta saygı duymamı sağladı. Yoksa açıkçası kitabı okuyup deli saçması diyebilirdim.

Beki Ikala Erikli; Robert Kolej mezunu, Boğaziçi Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitirdikten sonra 13 sene üst düzey yönetici olarak Procter & Gamble Türkiye,  Almanya, İsviçre, Hollanda ve İngiltere de çalışmış. Her zaman sezgileri çok kuvvetli olmasına karşın, çevre etkisiyle sezgilerini bir kenara koymak zorunda kalmış.  P&G’nin İngiltere yıllarında ‘Coaching for Performance’ ekolunun kurucusu Sir John Whitmore’dan, 1964 Yaz Olimpiyatlarında altın madalya alan Davird Hemery’den Executive Coaching, ve Collin  Reeve’den NLP Practitioner / Business NLP eğitimleri almış. Bu eğitimlerin devamında Procter & Gamble kariyerini bırakmaya da karar vermiş.

Beki’nin kitapları, Meleklerle Yasamak El Kitabı, Melek Kartları ayrıca ‘Geçmişi Sifalandırmak’ ve çakra açmak konusunda CD leri var. CD’lerde baş melek Mikail ile, üstünüzde çevrede hatta belki bir tanıdığınızdan gelen kötü enerjiden kurtulmanıza yardımcı oluyor. Yaklaşık 10 dakika kadar CD yi dinleyip konsantre olmanız ve sizden istenen nefesleri alıp vermeniz gerekiyor.


El kitabında ise; bizim Kur’an’dan bildiğimiz 4 büyük melekten çok daha fazla sayıdaki melek hakkında bilgi var. Ama meleklerin isimlerini veya renklerini hatırlamasanız da önemli değil, çünkü bütün mesele istemek! Ve hep minnettar olup, her vesileyle teşekkür etmek. Baş melek Mikail “Allah gibi olan” anlamına geliyor. Onu, meleklerin yöneticisi olarak düşünebiliriz.  Hepimizin hayatının amacını bilen, ego ve korkuyu bertaraf etmemiz hakkında yardımcı olan. Nazardan korunma rengi olan mavi ise Mikail’in rengiymiş.

Kur’an’daki adıyla İsrafil olan Başmelek Rafael; ”Allah’ın iyileştirici eli” demekmiş. Rengi yeşilmiş ve hastalıkların şifalandırılmasında yardımcıymış. Daha Cebrail, Haniel, Jofiel, Ariel, Şamuel, Ceremayel, Raziel, Raquel, Uriel, Zadkiel, Metatron ve Sandalfon , Azrail  vb.  diğer melekler de var! En enteresan bulduğum melek ise Azrail; zira hepimizin can alan, ölmeden önce görülen melek diye bildiğimiz hatta çizgi filmlerde bile konu olan bu melek aslında ”Allah’ın yardım edeni” dünyayı terk edenlerin huzur içinde, acı çekmeden gitmesini sağlarmış.

Son olarak da, bu değişik ve gizemli yolculukta kendinizi keşfetmek isterken, Beki’nin yetiştirdiği çok sevimli Mesude ile tanışmanızı tavsiye ederim. 

Ben geçen sene Aralık’ta Mesude ile görüşmeye gittim. Seansta uyku ile uyanıklık arasında ‘geçmişi şifalandırmak’ üzere geçiş halindeydim. Birçoğumuzun belli korkuları vardır, mesela böcekler, köpekler, kediler, kapalı kalmak gibi. Meğer bu korkuların hepsi geçmiş yaşamlarımızda gizliymiş. Uyku ile uyanıklık arasındayken 2010’da hayatını böbrek rahatsızlığından dolayı kaybeden ve tüm aieleye kendini bir aile bireyi gibi sevdirmiş köpeğim tekrar konu olarak ortama çıkıverdi. Ve ben onu rahatsızlığından dolayı 2010 yazında elimle uyutması için veterinere götürmeme rağmen o hala benim hayatımdaydı. Düşündükçe gözlerim dolar ve ağlardım. Bu seansta o çok sevdiğim köpeğimin, geçmiş hayatımda da benimle olduğu ortaya çıktı. Mesude’nin yardımları sayesinde köpeğim ile vedalaştım. Bana daha sonra çeşitli önerilerde bulundu. Bazı taşları belli zamanlarda takmamı istedi. Bana uğur getireceklerini söyledi.

İşte bu da benim meleklerle olan şahane tecrübem. Sizlere de geçmiş hayatlarınızdan kalan izleri anlamak ve gerekirse düzeltmek için böyle bir seansı denemenizi tavsiye ederim!

Sevgilerimle,

Pembe




26 Ekim 2013 Cumartesi

Sonbaharın Habercisi Kabak Tatlısı


Kabak tatlısını sevmeyeniniz yoktur herhalde. Hele de iyi pişmişse ağdalı ağdalı yumuşacık, ağzınızda dağılır, tadına doyum olmaz.
* * *
Geçen haftalarda bizim oğlanın Londra’daki yuvası çocukları okula yakın bir çiftliğe meyve-sebze toplamaya götürdüler. Amaç 3-4 yaş aralığındaki ufaklıkların meyve ve sebzeleri tanımaları ve nasıl yetiştiklerini görmeleriydi. Hoş bir yaklaşım bence. Hepsinin yanına da 3 Sterlin para istediler. Bizimki  akşamüstü yorgunluktan bitmiş bir şekilde 2 kilo’ya yakın bir balkabağı ile eve geldi.

 
 

Benim de aklımda kaç zamandır bir kabak tatlısı vardı. Tabi ki hemen çocuğun kabağına el koydum! Tarif olarak Refika’nın Mutfağı’ndan yararlandım ama annemin öğütleriyle harmanladığım için  birebir uygulamadım. İçinden çıkan çekirdekileri de ayrıca ayırdık, kurutmaya çalışıyoruz, yakında ev yapımı kabak çekirdeği yeme niyetindeyiz.


 
Malzemeler:
2 kilo temizlenmiş balkabağı
3 klasik su bardağı toz şeker
Dövülmüş ceviz (4 avuç kadar)
(İsteğe bağlı olarak 3-4 karafili kabaklar pişerken suyuna atabilirsiniz)
 
Yapılış Şekli:
Kabakları orta büyüklükte kesip, yayvan kapaklı bir tencere içine yerleştirin (Biz biraz daha ince şeritler halinde kestik). Toz şekeri sadece kabakların üzerlerine gelecek şekilde yavaş yavaş (birden değil)  kabaklar şekeri emdikçe dökün. Yaklaşık 30 dakika yarı kapalı olarak orta hararetli ateşte pişirin. Yarım saat sonunda tam pişmemiş gibiyse kapak tamamen açık olarak 5-10 dakika daha kabakları pişirmeye devam edebilirsiniz. Biz kabakları toplamda yaklaşık 40 dakika’ya yakın pişirdik. Tabi Türkiye ve İngiltere’deki kabakların cinsleri de farklı oluyor. Bizim İngiliz kabağının pişmesi biraz vakit aldı. Devamlı başında durup kontrol ettik.  Pişme işlemi tamamlandıktan sonra biraz soğumaya bıraktık ve sonra kabakları şeritler halinde cam kaba dizip aralarına ve üstlerine cevizleri döşedik. Ortaya güzel bir şey çıktı. Tam mevsimi, sizler de deneyebilirsiniz. Afiyet olsun!

 
Sevgiler

Yeşil

23 Ekim 2013 Çarşamba

2013 Kış Sezonu Modası…


                          
Alışverişe hazir misiniz? Kış geldi, havalar soğumaya başladı, yazın o uçuş uçuş hafifliği geride kaldı. Peki yeni sezonda neler var, bu kış ne giymeli?

Bu kış karşımıza özgür ruhlu, asi bayanlar çıkıyor. Bu sezon punk’tan desenlere ne ararsanız var. İster düz basit gibi görünen gri bir sweatshirt’ü  gösterişli bir kolye ile hareketlendirin, ister pastel uçuş uçuş bir elbise giyip üstüne erkeksi bir ceket yada altına asker postalı giyin, hiç farketmez, bu sezon herşey var! Ekoseler, deri etekler, deri dar pantolonlar, kocaman kabarık/çan etekler, geniş maskülen kesim paltolar, el örgüsü kocaman yün kazaklar ama aynı zamanda kadınsı detaylar, aksesuarlar. Düz ayakkabıları da unutmayalım. Görünen o ki topuklular yerini Loafer/Slipper (terlik) tarzı ayakkabılara bırakmaya başladı…

Ne yaparsanız yapın görünümünüzü aksesuarlarla hareketlendirin. İster geniş hareketli bir şal, ister dikkat çeken küpeler ya da kolye…

Alışmış olduğunuz, kendinizi rahat hissettiğiniz çizginizle trendleri yakalayabilir, çok farklı kombinler yapabilirsiniz.

Ama bizce, değişik renkleri, desenleri, kesimleri denemekten korkmayın…

Size iyi alışverişler!

Sevgiler,

Dore














Tüm fotoğrağlar GLAMOUR UK ve VOGUE UK dergilerinden alinmistir.












21 Ekim 2013 Pazartesi

Londra Film Festivali ve Bu Sene Öne Çıkan Filmler





Bu sene 57. Londra Film Festivali 9 Ekim’de Tom Hanks’in Filmi “Kaptan Phillips” galası ile başladı.  Ne yazık ki vakitsizlik nedeniyle bu sene film festivaline bilet alamadım. Fakat festival kitapçığını yine de inceleyip sene içinde en çok seyretmek istediğim 10 filmi epey elemelerden sonra işaretledim. Bu filmlerin bazıları muhtemelen sinemalara düşer, diğerlerinin de ya DVD'lerini bularak ya da Apple Store’dan indirerek bir şekilde izleme niyetindeyim.  Eminim büyük çoğunluğu da 2014 Oscar ödüllerine aday olur, bekleyip göreceğiz.


1. Kaptan Phillips: 2009’da Somalili korsanlar tarafından kaçırılan Amerikan gemisini, Kaptan Phillips (Tom Hanks) ve mürettebatını konu alıyor. Bourne serisini çeken yönetmen Paul Greengrass imzalı.




2. Bay Banks’ı Kurtarmak (Saving Mr.Banks): Tom Hanks’in bu sene içinde gösterime girecek ikinci filmi. Aynı zamanda da Londra Film Festivali’nin kapanış gala filmiydi. Collin Farell, Emma Thompson gibi diğer ünlü oyuncular da var.  Mary Poppins yazarı PL Travers’in (Emma Thompson) kitabının senaryo yazım aşaması için Londra’dan Hollywood’a gelmesiyle başlayan olaylar serisini ve Walt Disney (Tom Hanks) ile tanışmasını sihirli dokunuşlarla  işleyen eğlenceli bir film. Yönetmeni Lee Hancock.




3. Labor Day: Amerika’daki İşçi Tatili haftasonu bir anne (Kate Winslet) ve oğlu (Gattlin Griffith) bir alışveriş merkezi otoparkında yaralı bir adam (Josh Brolin) bulurlar ve bu adam garip bir şekilde hayatlarına girerek hem kalbi yaralı anneyi hem de çocukluktan gençliğe geçiş yapmakta olan genci etkiler. Hem romantik hem de güçlü duyguları işleyen bir film deniliyor.Yönetmen “Juno” ve “Up In the Air” filmlerini çeken Jason Reitman.




4. Inside Llewyn Davis: Coen kardeşlerden eğlenceli bir film daha. 1960lı yıllarda bir türlü solo olarak çıkış yapamayan Llewyn Davis (Oscar Isaac)’ın hikayesini anlatıyor. Justin Timberlake’den en son “Great Gatsby” de oynayan Carey Mulligan’a kadar geniş bir kadrosu var.  Hem komik hem düşündürücü hem de müzik açısından doyurucu bir film denmiş.




5. The Epic of Everest: Bu film sinemalara düşmeyebilir. İngiliz Film Endüstrisi (BFI)’nin arşivlerindeki en dikkat çekici dokümenter diye geçiyor. 1924 yapımı ama BFI tarafından restore edilmiş. Everest’e tırmanma denemelerinin 3.sü yapılırken hayatlarını kaybeden dağcılar George Mallory ve Andrew Irvine’ını anlatan dokümenter sonunda bu dağcıların tepeye ulaşıp ulaşmadıkları sorgulanan konular arasında. Aynı zamanda da Tibet hayatını filmleyen ilk eserlerden biri olduğu söyleniyor.




6. Don Jon: “10 Things I Hate About You,” “Inception,” “Django Unchained,” “500 Days of Summer” gibi son dönemde beğendiğim filmlerin hepsinde oynayan Joseph Gordon-Levitt yine başrolde. Bu film, porno filmlerine düşkün olan Jon Martello’nun bir kız arkadaş bulmasıyla yaşam ve eğlence şeklini değiştirmek için yaptığı uğraşıları anlatıyor.




7. Like Father Like Son: Bu film 18 Ekim’de Londra sinemalarında gösterime giriyor. En çok görmek istediğim filmlerden biri.  Doğum sırasında karışan iki çocuğun yıllar sonra gerçek aileleriyle buluşmalarını anlatıyor. Japon yapımı. Yönetmen Hirokazu Kore-eda.




8. Must Have Been Love: 2013 Norveç – Finlandiya yapımı.  İstanbul’da tatil yaparken tanışan Finlandiyalı Kaisa ve Norveçli Jacob’un aşk hikayesini anlatıyor. Sadece 1 gün ve 1 gece beraber vakit geçirebilen Kaisa  ve Jacob’un yolları ayrılır. Daha sonra Kaisa, Jacob’a çok benzeyen Andreas’la tanışır ve çıkmaya başlarlar...Norveç sinemasının yeni yeteneklerinden Eirik Svensson yönetmen koltuğunda.




9. ‘1’: Bu sene hem “Senna” hem de “Rush” filmlerini seyretmiş ve de tüm filmler boyunca heyecandan gözlerini bile kırpmamış biri olarak bu filmi de hemen listeme aldım. Yönetmen Paul Crowder. 2013 İngiliz yapımı. 1950’de başlayan Formula 1 yarışlarını günümüze kadar getirip, 1960 ve 70li yıllarda ölümlü yarışların yapıldığı dönemleri ve güvenlik önlemleri getirilmeden evvel hayatlar pahasına yarışan karizmatik yarışçılarıı (Clark, Rindt, Cevert, Peterson ve Villeneuve) anlatıyor.




10. Anina: 8 yaş üstü herkesin izleyebileceği bir animasyon. 2103 Uruguay-Kolombiya yapımı. Adı-soyadı baştan ve sondan aynı şekilde okunan Anina Yatay Salas’ın okulda adı sebebiyle yaşadığı sorunları ve daha sonra Yisel ile çok iyi arkadaş olup bu sorunu aşmasını anlatıyor. Şeker bir film olmasını bekliyorum.J




* * *
Bu arada yukarıdakiler haricinde bu sene festivalde 3 tane de Türk filmi oynadı. Onları da listeme ayrıca aldım:

“Eve Dönüş: Sarıkamış 1915,” Alphan Eşeli Yönetmiş.

“Hayatboyu,” Yönetmeni Aslı Özge

“Taşkafa, Bir Sokak Hikayesi,” yönetmeni Andrea Luka Zimmerman, prodüksüyon Gülen Güler. Türk-İngiliz 2013 ortak yapımı.

Herkese İyi Seyirler,

Yeşil

18 Ekim 2013 Cuma

Güzel Kiş Tarifi






 
Yemeğe misafir çağırdığım zaman menü planlaması yapmaya bayılıyorum. Kocam bu menüyü bazen abarttığımı söyler ki bazen bu görüşünü haklı buluyorum. Bizim evin menü kategorileri genelde şu şekilde olur:
 
1. Misafirler eve vardığı zaman aperatif ile yenilecek bir iki minik kanepe/çerez tabağı
2. Salata
3. İki adet soğuk meze
4. İki adet ara sıcak
5. Ana yemek (Ana yemek mutlaka bir protein, bir karbonhidrat, bir de sebze içerikli olan 3 çeşit yemekten oluşur)
6. Tatlı/kahve

Yıllar içinde bu kategorilerin herbirinde test edilmiş onaylanmış 4-6 civarında tarifim oldu. Bu tariflerde en önemli kriter tabi ki lezzet ama ikinci kriter yapılmasındaki kolaylık ve misafirler geldiğinde yeni pişmiş tadında olması ama aynı zamanda da önceden, hatta gerekirse bir-iki gün önceden hazırlanabilmesi,. Çünkü çoluk çocuk bütün gün bir yerlere koşuştururken tüm günümü yemek yapmaya ayırabilmem imkansız.

Bu aralar elimdeki tariflerimden biraz sıkıldım. Dön dolaş hep aynı şeyleri yapıyorum diye yeni tarif arayışına girdim. Bulduklarımı bloğumuzda sizlerle paylaşacağım. Lâfı çok uzatmadan en son bulduğum tarifi anlatayım, ben ismini ‘güzel kiş’ koydum ve kendisi hemen ara sıcak kategorimize yerleşti!

Hazırlanma süresi: Yaklaşık 25 dk, fırında yaklaşık 1 saat 10 dk.

Malzemeler:
- Milföy hamuru
- 350g ricotta peyniri*
- 70g rendelenmiş parmesan
- 2 yumurta
- 2 havuç
- 2 kabak
- 1 patlıcan
- Tuz, karabiber

* Ricotta Türkiye’de Makrolar dışında bulunması kolay olan bir peynir olmayabilir. Kanımca az tuzlu yumuşak bir beyaz peynir, biraz da labneyle güzelce karıştırırsanız benzer bir tad hatta daha güzel bir tad elde edebilirsiniz. Gözünü sevdiğim Türk peynirleri!!


Tarif:

Fırını 180 dereceye açın (turboyu kullanacaksanız 160 derece). Milföy hamurunu açıp kişi yapmak istediğiniz kalıba/tepsiye yayın, üstünde çatalla 8-10 delik açın. Ricotta peynirini, parmezanı, 2 yumurtayı, tuz ve karabiberi bir kapta kaşıkla karıştırıp yaymış olduğunuz milföy hamurunun üstüne koyun. Havuçları ve kabakları salatalık soyma aletiyle ince ince (boyuna) dilimleyin. Patlıcanların o aletle dilimlenmesi çok zor oldu, o yüzden ben keskin bir bıçak yardımıyla yapabildiğim kadar ince dilimler kestim. Bir de patlıcan kalın olduğu için o dilimleri ortadan ikiye böldüm. Elimde renkli kurdele gibi sebze şeritleri oldu. Sonra bu şeritleri sırayla dışarıdan içeri doğru daralan bir spiral şeklinde peynir sosunun üzerine hafifçe batırarak dizin. En son fırına vermeden önce bir fırça yardımıyla sebzelerin üzerine zeytinyağı koyarsanız kurumalarını önlersiniz. 1 saat kadar pişirin. Bir gün önceden de hazırlayabileceginiz bu kişi misafirleriniz geldiğinde yarım saat 100 derecelik fırında tutarsanız fırından yeni çıkmış lezzetine ve dokusuna ulaşabilirsiniz.

Bazı noktalar:

- Kiş fırında 1 saat kaldıktan sonra peynir karışımı hala çok yumuşak ise veya sebzeler istediğiniz gibi pişmemişse, milföyun yanmasını önlemek için kişin üstünü aluminyum folyo ile kaplayıp 10-15 dk daha fırında bırakabilirsiniz. Ben öyle yapmak zorunda kaldım.

- Bir de peynir karışımının içine maydonoz, dereotu koyarak deneyler yapabilirsiniz, ben bir dahaki sefere maydonoz deneyeceğim.

Afiyet olsun.

Turuncu.


 

17 Ekim 2013 Perşembe

Neden Boşanıyoruz?




Bu aralar çevremde en çok konuşulan konu “boşanma.”
Çok sinir bozucu zira hep sevdiğim insanlar ayrılıyor veya ayrılmak zorunda kalıyor ve olan arada kalan çocuklara oluyor.  
Herkes başta ne umutlarla evleniyor; aileyle tanışma ve düğün heyecanı, gelinlik seçimi, düğün organizasyon hazırlıkları, davetiyeler, yemekler, balayı, yeni eve yerleşme, arkadaşlardan ziyaretler derken cicim ayları bitiyor ve hayat rutine girmeye başlıyor. Aslında perde iniyor, sahne kapanıyor ve diğer oyuncuyla perde arkasında başbaşa kalınıyor.
Eşler arasındaki aşk, sevgi, anlayış ve saygı güçlü değilse ve hatta çalışanların işleri de yoğunsa, bir de bakıyorsunuz ki tek evde iki ayrı hayat yürütmeye başlamışsınız. Bu film hemen hemen her evde değişik senaryolarda görülüyor. Genelde filme kısa süre içinde bir de çocuk oyuncu ekleniyor. İşte esas heyacanlı sahneler bundan sonra başlıyor.
Esasında evlilik yürütmeyi şirket yönetmeye de benzetebiliriz. İki ortaklı bir şirket düşünün mesela. Kararları ortak alıp, ortak uygulamanız gerekiyor. Birbirinizin hak ve sınırlarını ihlal etmemeniz bekleniyor. Yönetim için eşler arasında iş dağılımı ve görev paylaşımı yapmazsanız ve “evlilik şirketi” tek kişinin üstüne yıkılırsa, işte o zaman fena! Çünkü çatlak sesler ve yönetimi ve yapılan icraatları beğenmemek gibi problemler yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlıyor.
Bu konuda yazacak çizecek çok şey var. Benim esas eğilmek istediğim konu, modern çağda evlilik şirketini bir şekilde yürütmek istemeyen veya yürütmekte zorlanan eşlerin (erken) pes ederek veya diğer eşe tahammül etmemeyi seçerek veya sadece mevcut rutin düzenden sıkılırak 'boşanmayı' ortaklıktan çıkış yolu olarak görmeleri.
Son dönemlerde Türkiye’de ve aynı şekilde İngiltere’deki evliliklerde görülen adeta kimsenin bir diğerinin kahrını çekmek istememesi. Eskidenmiş o çocuklar için idare etmek, sosyal çevrelerde boşanma hoş karşılanmadığı için direnmek veya hanımların para kazanma gücünün zayıf olması veya hiç olmaması nedeniyle evli kalmak.  Günümüzde eşlerin her ikisi de para kazanıyorsa, baktılar iş yürümeyecek, ne diye uğraşacağım şu iki günlük hayatta, alırım başımı giderim cümlesi her iki tarafça zikredilen bir cümle haline gelmiş durumda.
Biraz istatistik inceledim. Türkiye genelinde 2006 yılından 2011'e kadar gerçekleşen boşanmaları inceleyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, son 6 yılda boşanma sayılarının ciddi oranda arttığını tespit etmiş. Verilen bilgilere göre 2006 yılında 93 bin çift boşanırken 2011 yılında bu rakam 120 bine ulaşmış.  Boşanan kadınların yüzde 31.9'u, erkeklerin de yüzde 34.8’i aldatma nedeniyle boşanmış.  Tabi herkes aldatmıyor. Peki geri kalan yüzdelerde durum ne?
Genelde gördüğüm ekonomi düzene girdikçe, kadın ve erkeğin cebi doldukça, modern yaşam bizi, çocuklara rağmen, kendi mutluluğumuzu seçmeye itiyor.  Ama işin içinde aldatma, saygısızlık veya onur kırıcı başka bir hareket yoksa, aradaki sorunları çözmek için uğraş vermek lazım diye düşünüyorum. Tüm uğraşa rağmen yine bir noktaya gelinemiyorsa zaten o durumda yapacak bir şey yok demektir. Fakat bizler yukarıda sıraladığım adımları atmadan çoğu zaman bitti demeyi tercih ediyoruz, zira tahammül etmeyi ve gerekirse evliliklerimizi kurtarmak için savaşmayı bıraktık.  Acaba eski dönemlerde çeşitli zorluklara rağmen evlilik yürütmeye çalışan büyüklerimizin bizim bilmediğimiz bir sırları mı vardı?  Ne dersiniz?
Sevgilerimle,
 
Yeşil