17 Ocak 2014 Cuma

Adım Adım Madrid Notları...



Madrid, şehir merkezi, gezilecek yerler ve turistik mekanlar açısından az ve öz ama görülmeye kesinlikle değer bir şehir. Dolayısıyla 1-2 gün kadar kısa sürede tüm şehri gezmeniz mümkün. Zengin mutfağını tadıp, müzelere göz atıp bir de Flamenko gösterisi izlerseniz Madrid’in tadını çıkarmış olursunuz. 

Madrid, İspanya’nın başkenti. 4 milyonu aşan nüfusu ile Avrupa’nın en kalabalık üçüncü şehri… Modern, dinamik ve her bir yanı sanat dolu kozmopolit bir şehir. Şehir Manzaneres Irmağı üstüne kurulmuş, 10’uncu yüzyılda Müslüman olan kentin adı “su kaynağı” anlamına gelen Magrid milattan sonra 1085 yılında VI. Alfonso tarafından Müslümanların elinden alınmış ve Müslüman egemenliğinin bitmesiyle kentin adı zamanla Madrid olmuş.

Madrid, tüm Avrupa şehirleri gibi meydanlardan oluşan bir şehir…Yürüdüğünüz sokakların bir meydana açılması, size süprizler yaşatması, günün her saati kalabalık, buram buram tarih ve sanat kokması onu çekici kılıyor.

Şehrin en belirgin ve  keşfe başlamak için en uygun noktası Puerta Del Sol meydanı. Burada bulunan ağaca tırmanan ayı heykeli şehrin bir simgesi haline gelmiş.





Plaza del Mayor, 17. yüzyıldan kalma bir meydan. Buradaki kafelerde oturup gelip geçeni izlerken şarabınızı yudumlayabilirsiniz.

http://www.gomadrid.com/sights/plaza-mayor.html sitesinden alınmıştır.

Hem alışveriş hem yürüyüş hem de tiyatro ve sanatsal aktivitelere ulaşalım biraz da tarihi binaları görelim derseniz  Madrid'in Broadway'i olarak da adı geçen Gran Via'da turlamak ve ara sokaklara dalmak yapılması mutlaka gerekli aktivitelerden.

Kültürel Aktiviteler...
 
 
Madrid’de önemli üç müze var; Prado Müzesi (Museo Nacional del Prado), Reina Sofia Müzesi (Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofia) ve Thyssen-Bornemisza Müzesi (El Museo de Artre Thyssen-Bornemisza). 

Prado Müzesi, resim ve heykel müzesi olarak kurulmuş, genişletilme çalışmaları mimar Rafael Moneo tarafından gerçekleştirilmiş. El Greco, Velasquez ve Goya gibi önemli İspanyol ressamları, ayrıca Rubens, Van Dyck ve Caravaggio’ya ait eserleri görmeniz mümkün. Velasquez’in en önemli eseri olan “Las Meninas” / “The Maids of Honor” ı  burda görme şansına sahipsiniz. Ayrıca El Greco’ya ait en önemli eserlerden biri olan “The Disrobing of Christ” adli tabloyu da burda görebilirsiniz.





Çağdaş sanatın önemli isimlerini barındıran Reina Sofia Müzesi, Calle de Santa Isabel caddesi sonunda, eskiden hastane olarak kullanılan binada bulunmaktadır. Müzenin koleksiyonunda Salvador Dali’den, Picasso’ya, Joan Miro, Juan Gris, Kandinsky, Francis Bacon’dan, Eduardo Chillida’ya uzanan ressamlar var. Ancak Reina Sofia Müzesinin tüm dünyada en önemli müzeler arasında olmasının esas sebebi Picasso’nun 1937 yılında İspanya İç Savaşı sırasında İspanya’nın Guernica şehrinin Naziler tarafından bombalanmasını anlattığı ünlü “Guernica” adli, tablosudur. Eser, özellikle Picasso’nun kullandığı üç renk (siyah,beyaz ve gri) ile bir bahar günü yaşanan bu vahşeti, sanatçının savaşa karşı olan çığlığını ve karşıtlığını apaçık gözler önüne sermektedir.

 


Thyssen-Bornemisza Müzesi ise sanata merakı olan bir iş adamı olan Baron Hans Heinrich Thyssen-Bornemisza ve ailesi tarafından kurulmuş, aileye ait özel koleksiyonu barındırmaktadır.. Müze 1992 senesinde İspanyol hükümeti ve aile arasındaki anlaşmayla Avrupa sanat tarihinde önemli bir dönemi kapsayan parçalarla sergiye açılmış. Koleksiyon El Greco, Titian, Caravaggio, Albert Dürer, Van Gogh, Gaugin, Picasso ve Klee gibi önemli sanatçıların eserlererinden oluşmakta. Bu neo-klasik yapı önce ünlü mimar Antonio Lopez Aguado daha sonrada Rafael Moneo tarafından yenilenmiş ve genişletilmiş.



 


Eğer Avrupa şehirlerindeki saraylara ve tarihe ilginiz varsa Palace Royal icindeki porselenler, avizeler, halılar, silah odası ve muhteşem yemek salonu da görmeye değer. Hele de bahçesi güzel bir havada gezinmek için harika.



 
Muhteşem Tapaslar…

İspanya mutfak olarak çok zengin bir ülke ama İspanya denince akla özellikle ilk tapaslar gelir. Tapas tam anlamıyla atıştırmalık veya meze olarak açıklanabilir. Tapas'ın nerden geldiğine ilişkin çeşitli rivayetler var. 13. yüzyıl’da İspanyol Kastilya Kralı Alfonso X El  Sabio hastalanır. Doktoru da öğünler arasında birkaç yudum sarap ile ufak porsiyonlarda azar azar yemek yemesini öğütler. Bu tedavi ile kral iyileşir. Bunun üzerine, tüm tavernalarda şarabın yanına ufak bir porsiyon yemek getirilmesini zorunlu kılan bir kanun çıkarılır.

En popüler tapaslar  tortilla (patates ve soğanlı İspanyol omleti), domuz jambonu çeşitleri (örneğin pata negra, jamon serano, vs.), taze deniz ürünleri, hatta ufak paella (özellikle deniz mahsulleriyle yapılan bir tür pilav) tabakları, yaratıcı sekillerde marine edilmiş yeşil zeytin, çeşitli leziz peynirler (Manchego dahil) ve kızartma biberler… Geleneğe göre bir porsiyon kızartma biberin içinde bulunan acı biberi yiyen hesabı ödermiş.

Madrid’de özellikle tavsiye edilebilecek yerler arasında, Cheuca semtindeki tipik bir İspanyol restoranı olan Extra Madurra, Madrid’in Nişantaşı semti diyebileceğimiz Calle de Ayala caddesinde bulunan Ten Con Ten, Calle de Jorge Juan caddesinde bulunan Pan de Lujo yada 1888 yılında açılan ve hala şehrin en ünlü cafesi olan Café deGijon denilebilir.

Ve tabiiki Flamenko. “1000 Places to See Before You Die” adli kitapta da tavsiye edilen “Corral De La Moreria” adli Flemenko gösterisini izleyebilir, bu eşsiz şovu güzel, tipik İspanyol yemekleriyle hem görsel hem de damağınız için eşsiz bir ziyafete döndürebilirsiniz.


 
 

Sevgilerimizle,

BKK





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder