Evimize günlük yardıma gelen Filipinli hanım geçenlerde hayatında ilk defa 2010
sene sonunda Londra’da ‘kar’ gördüğünü söyledi. Konuşurken konudan konuya
atladığımız için önce dediğini dikkate almadım. Aradan 2-3 dakika geçtikten
sonra jetonum düştü. Aaaa nasıl yani ilk defa kar gördün dedim? Sonra kendi
sorumu kendim cevapladım. Londra’ya gelene kadar hiç dört mevsimin yaşandığı
bir ülkede yaşamamıştı. Dolayısıyla da
43 yaşında karla tanışması çok normaldi. O gün çok mutlu olduğunu, bizde işi
bittikten sonra arkadaşlarıyla buluşup bütün gün karda yürüdüklerini ve
çocuklar gibi kartopu oynadığını anlattı. O zamanlar henüz yakın değildik.
Dolayısıyla da bu heyecanını benle paylaşmamıştı. Ben hay allah kar başladı tüm
ulaşım kilitlenecek diye üzülürken meğer o ne büyük bir sevinç yaşıyormuş da
haberim yokmuş!
![]() |
http://www.urban75.org/blog/london sayfasından alıntıdır |
O konuşmadan sonra biraz düşünme fırsatım oldu. Hayatımızdaki pek çok şeyi
nasıl olağan kabullendiğimizi ve çoğu zaman ne kadar şanslı olduğumuzun
farkında olmadığımızı hissettim. Büyük
şehirlerde yaşayan bizler için hayatın olağan akışındaki sıradanlıklar bazı
insanlar için bir ilk veya önemli bir değer aslında. Bazen, dünya üzerinde
kendimiz haricinde insanlar olduğunu unutuyoruz. Kendi fanusumuzda sahip
olduklarımızı sanki herkes sahipmis gibi düşünebiliyoruz. Bu bilinçli bir
hareket değil tabi fakat öyle görüp büyüdüğümüz için bize olağan geliyor.
Bizler farketmesek de aslında çevremizde hep dağlık alanda yaşadığı için ilk
kez deniz görünce heyecanlanan, bugüne kadar parası olmadığı için ilk kez
çikolata tadan, fırsatları el vermediği için orta yaşında ilk kez uçaga binen
veya ilk kez yüzme şansı elde eden bir sürü insan var.
Ben de son zamanlarda, daha doğrusu oğlum doğduktan sonra, İngilizler’in ne
kadar şanslı olduklarını düşünür ve farkeder oldum. En basitinden, markete
alışverişe gittiğimde mevsimi olsun olmasın her türlü meyva ve sebzeyi bulmam
mümkün. Bunu da özel bir çaba sarfederek yapmıyorum. Londra’da Migros tarzı
hemen hemen her markette her türlü meyva ve sebze yaz-kış mevcut. Londra’da yaşayan insanlar için kışın
ortasında tropikal bir meyve olan papaya veya liçi yemek veya bizim
için yaz meyvesi olan karpuz veya kiraz satın almak çok normal bir şey. Halbuki ben papaya’yı da liçi’yi de ilk kez
33 yaşımda yedim! Benim oğlum ise 6 aylıkken katılara geçiş dönemine papaya ile
başladı.
![]() |
Papayalar, www.tasty-dishes.com sayfasından alıntıdır. |
Sonra kafalarına estiği zaman istedikleri
ülkeye son dakika karar verip gidebilmeleri, sokakta istedikleri kıyafetle
kimsenin onları rahatsız eden gözleri ve sözleri olmadan dolaşabilmeleri,
dünyanın en ünlü sanatsal aktivitilerine istedikleri an erişebilmeleri. İki
adımda bir bulabileceğiniz yemyeşil park ve bahçelerde çocuklarını serbestçe oynatabilmeleri.
İstanbul’da bırakın çocuğu parka götürmeyi sokağa çıkarıp da kaldırımda bebek
arabası ile gezdirmeniz bile büyük zorluk.
Eminim İngilizlerin de çoğu günlük hayatlarının parçası olan bu
değerlerin farkında değiller.
Babam anlatmıştı; küçükken dedem asker olduğu için köy kasaba gezmek
zorunda kalmışlar ve ailenin 4 çocuğu da farklı yerde doğmuş. O dönemdeki
Türkiye’de fakirlik de olduğundan en basit top bile yokmuş. Büyükbaş hayvanın
kalın bağırsağını şişirip top diye futbol oynarlarmış. Babamın dediğine
göre ‘kalınbağırsaktan yapılan topa’ sahip olmak
büyük ayrıcalıkmış. Şimdi ise çocuklarımız lüks sayılabilecek çeşitli
oyuncakların yanı sıra Ipad ve Iphone ile büyüyorlar, kablolu sabit ev telefonu
bile tanımıyorlar.
Yaşadığımız her anın değerini ve kıymetini bilmek lazım. Nefes alabilmek
bile büyük bir şans aslında. Herkes
bizler kadar şanslı değil. Arada sahip olduklarımızı düşünüp yazıya döksek
belki hayata bakış açımız değişir, mutluluğa bir adım daha yaklaşırız.
![]() |
Liçiler, www.wisegeek.org sayfasından alıntıdır. |
Hayatınızdaki ilkleri tatmak ve elimizdekilerin değerini bilmek
dileklerimle.
Sevgiler,
Yeşil